Yağmura uyanılan sabahların anlamı büyüktür; hele bir de çadırın içinde hızını kontrol edemeyen bir yağmura yakalandıysan onun anlamı daha büyüktür. Dışarıda seni bekleyen aracın araba değil bisiklet ise ve gideceğin yol kilometrelerce ve bilinmez yollara doğruysa onun anlamı ancak yaşanınca anlaşılır.
Benim de öykümün bu bölümü Fransa topraklarında; yağmuruyla, yokuşuyla, lavanta moruyla, gri gökyüzüyle karşımdaydı.
Çadırdan çıkmak için yağmurun dinmesini bekledik ama gök gürültüsü, şimşek durmuyordu, yağmur şiddetini iyice arttırıyordu. Bekledik. Hafif çiselemeye başlayınca çıktık çadırdan ve toparladık katladık evi yerleştirdik bisiklete. Yeni rotamız Péronne. Gideceğimiz yollar bilinmez. Tek bildiğimiz çok ıslak bir yolculuk olacak. Yapmamız gereken tek şey pedala basıp yola düşmek olmalıydı. Biz de öyle yaptık.
Yollar ıssızdı, inadına sessizdi. Gök gri ama huzur sunan bir griydi. Yağmur sesine eşlik tekerlek sesimiz sardı Fransa yollarını. Oradan da sarı tarlalara aktı seslerimiz.
Yağmur şiddetlendikçe pedallar güçleniyordu. Pedallar güçlendikçe, özgürlüğün sesi sarıyordu sarı tarlaları. Güven, tüm bedenimdeydi, tıpkı yağmur suyu gibi. Ayak parmaklarımın ucuna kadar sırılsıklam olmuştum. Bir kasabanın içinden geçerken evlerdeki sessizlik biraz üzdü beni. Ben de içimin sesini dinledim ve başladım şarkı söylemeye. “Sevgi Duvarı” Aramızdaki duvarları kaldıracak tek şeydi “yalnızlığım benim çoğul türkülerim ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi!” diyerek şarkı söylemek. Islaklık ancak şarkı söyleyerek yok oluyordu. Şarkıma kuşlar eşlik etti. Ya da ben onların senfonilerine vokal yapıyordum. Müthiş bir uyum içinde, yağmur, gri gök, kuşlar, yaprakların hışırtısı ve sevgi duvarı el ele tutuşmuştu. O anda özlediklerim belirdi karşımda. Tüm masumluğuyla öylece karşımda gülümsüyorlardı. Çocukluğum, arkadaşlarım, dostlarım, ailem, gidenler, kalanlar, bir daha hiç gelemeyecek olanlar…
Ve ben doğuyordum, ben yeşeriyordum. İçimden fışkırıyordu umut tohumları zıplıyordu oradan toprağa. Buğday tanesi toprağa düşüp ölmedikçe yalnız kalır ama ölürse çok ürün verir, diyor ya Yuhanna İncil’de, işte öyleydi benim umutlarım da. Toprakla buluştu hem şarkım, hem göz yaşlarım… Büyüyüp ne meyveler verecek kim bilir? Yaşayıp göreceğiz…
Ben toprağa emanet ettiğim tohumlara veda edip Péronne’ye vardığımızı öğrendiğimde; çıktığım yokuşlar, şiddetli yağmur, tüm bedenimin yoğun ıslaklığı yok olmuştu.
Grubun diğer kısmı akşam yemeği için markete gittiğinde ben çadırı kurup, sıcak suyun altında üşüyen vücudumu ısıttım. Yeşil doğanın, evimizin arkasındaki nehrin ve kuşların tadını çıkarttım.
Akşam oluyordu. Kaç kilometre bitmişti tekerimin altında? Bundan sonra hangi sorun bana zulüm gelir diye düşündüm. Kendimi sevdim, hayallere giden yolumda adımladığım için kendime teşekkür ettim.
Ve huzurlu bir tebessümle ertesi günü bekledim. Yepyeni yollar, hayaller ve sonsuz masalın kahramanı olarak bir kadeh şarap kaldırdım adımlarıma!
Bir cevap yazın