Yeni bir sabaha uyanınca burnumda ve çenemde bir acı hissettim. Tournai’den beri benimle var olan uçuğum şekil değiştiriyordu.
Annem; “Eğer bir yara kabuk bağladıysa dayan, çok az kalmıştır o yaranın kapanmasına. Ama sakın kabuğu kaldırma, yarayı kanatma, bedeninde geçmeyecek iz bırakma.” derdi. Metaforla gerçeklik iç içe geçmişti ve ben de onun sözlerine sarıldım, hiç dokunmadım yarama…
Ve Compiègne… Bugün rotada yokuşlarıyla ünlü Fransa yolları bir aksilik olmazsa beni misafir edecekti ve Compiègne götürecekti. Çok heyecanlıydım ve meraklıydım.
Evi topladıktan sonra son hazırlıklarımı yaptım ve yola çıkmaya zihnim de bedenim de hazırdı.
Attığım her adım geride bir salyangoz misali iz bırakıyordu. Belki yağmur, rüzgar, kar silecekti o izleri ama kalbimde her bir santim yerini buluyordu.
Gücümü yoldan ve zihnimdeki düşlerimden alıyordum. Ve bu enerji her defasında yenileniyordu.
Rüzgar gülleri bana yoldaş oluyordu ve aklımda sürekli Don Kişot dolaşıyordu, milim milim adımlıyordu zihnimde. Canımı acıtmıyordu, elimden tutuyor ve sakin sakin nefes alıyordu. Rüzgara karşı değil benimle beraber rüzgarda adımlıyordu…
Ben yol oluyordum ve kendimle her konuşmamda, kendime sorduğum her soruda yol bana cevap veriyordu. Ve diyordu ki:
“Dağılabilirsin, toplayabilirsin, yeniden dağılma hakkını kullanabilirsin. Kendine izin ver Öykü.
Bazen aydınlık olacak yolun;
bazen nemli ve karanlık;
bazen kavşaklarda kalacaksın, değişim, dönüşüm için;
bazen hiç tanımadığın misafirlerin çıkacak karşına ya da çıkabileceğini öğreneceksin…
Konuş onlarla, dinle onları, gir o ormana; ama daima adımla! Yol sensin, istediğin zaman dur istediğin zaman git.
Vardığın yer sadece bir durak olabilir. Sev orayı, sarıl ona, orası senin yuvan! Senin içindeki yaşam sevincin ve umudun buna izin verecek, korkma!
Ve unutma; gitmek kötü bir şey değildir. Seni, kendinle tanıştırır, içindeki ışığı görmene, hissetmene yardımcı olur.” diyordu.
Ve ben yaptığım en iyi şeyi yapıyordum; onu dinliyordum.
Bir cevap yazın