Bir hayalin ayak izlerini bir önceki yazımda anlatmıştım. Detaylarını da paylaşmak istiyorum.
Onur’la bisikletlerimizi aldıktan sonra, şehirde küçük turlarla başlamıştık iki teker üzerinde özgürlüğü keşfetmeye. Daha sonra, biraz daha uzun rotalar belirleyerek yeni yerlere pedalladık. Bir hafta sonu şelalere gidiyorduk, bir hafta sonu Termessos’a tırmanıyorduk. Başka bir gün Geyikbayırı tepesinden Akdeniz’e selam ediyorduk.
Baktık ki şehir bize dar gelmeye başladı daha uzun bir rota planlayalım dedik.
Ülke içinde yapmak istediğimiz rotamız, Akdeniz ve Ege kıyılarını kapsıyordu. Sonra da Yunanistan’a kadar uzanan bir rota ile ilk uzun turumuza hazırdık.
Fakat işler öyle planladığımız gibi gitmedi canım okuyucu. İzinli olduğum bir hafta sonu Kaş’a gitmiştik. Kaş’ı ve çevresini bisikletle pedalladıktan sonra Bayındır Köyü’nden inerken bir kaza geçirdim. (“Öykü, kazalar hiç peşini bırakmamış!” dediğini duyar gibiyim. Yapacak bir şey yok. Deneyimlere kapımız her daim açık.) Acilen Kaş Devlet Hastanesi’ne kaldırıldım. Sol kolum ve sol bacağımda bulunan hasarlardan dolayı bir süre bisiklete binemeyecektim. Haliyle bizim Yunanistan rotası da hayal olarak kalacaktı. O yaz bisiklet üzerinde olmasa da hayatımın en güzel tatilini yaşadım. Müzik festivali, ikinci evim Datça çıkartması, Şirince sarhoşluğu, Bozburun sessizliği derken bisiklet kazası kendini affettirmişti (:
Yıl boyunca Onur’la her zaman konuştuğumuz konu bisiklet turumuzdu. Rota konusunda Yunanistan’ı askıya aldık ve başka bir yere gitmeliyiz fikrinde buluştuk. Budapeşte- Viyana-Prag rotası bir yandan aklımızı kurcalarken; bir yandan da paralel tarihlerde Hollanda-Belçika-Fransa turu yapacak üç arkadaşımıza katılmak daha cazip duruyordu. Ve karar verildi. Amsterdam’dan başlayacak olan bisiklet turumuz Paris’te bitecekti.
Rota hesaplanırken heyecan, macera hepsi bir aradaydı. Zeeland mutlaka görülmesi gereken yerdi. Kuzey Denizi’ne bu kadar yakın olacak olmak, o coğrafyada pedal çevirmek, o coğrafyaya bisiklet tekerinden izler bırakmak muhteşem bir duygu olacaktı. Eğer bisiklet kullanıyorsan ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsun değil mi?
Her zaman söylerim, Ernest Hemingway’in hislerimi en iyi anlatan bir cümlesi vardır.”Bir ülkenin kıvrımlarını en iyi bisikletle öğrenirsiniz. Tepeleri inerken ve çıkarken pedal çevirip terinizi akıttığınız için, onları olduğu gibi hatırlarsınız. Oysa bir motorlu araçla giderken sadece yüksek tepelerin farkına varabilirsiniz. Dolayısıyla üzerinde geçtiğiniz toprakları bisikletle olduğu kadar iyi hatırlayamazsınız.”
İşte ben o kıvrımları yaşayacaktım, yaşarken yazacaktım. Şimdi sana yazarken tekrar yaşıyorum. Ve bu döngünün hiç bir zaman bitmeyeceğini bildiğim için kendimi dünyanın en şanslı insanı hissediyorum.
Aylar öncesinden tur hazırlıkları için Onur’la heyecanlı çalışmalar başladı. Rota düzenlemeleri, malzemeler, dil çalışmaları, hava koşullarına göre kıyafet seçimleri derken bir yerde tıkandık. Bisiklet biraz masraflı bir spor alanı. Kendi küçük dünyanı yaratarak da çok güzel şeyler yapabilirsin doğru; ama bazı malzemeler olmazsa olmazın olabiliyor böyle uzun turlarda. Bunu tur içindeyken anladık (:
Bisiklet heybeleri olarak gönlümüz Ortlieb istiyordu ama paramız buna yetmiyordu. Çok düşündük, borçla alırız dedik, ama öncelikler bitmiyordu. Biz de elimizdeki heybeleri ve gidon çantalarını kullanmaya karar verdik. Hatta canım sevgilim; el emeği göz nuru ön bagaj çantalarını kendisi yaptı. Turda çok işimize yaradı. Ama bir sonraki tur için Ortlieb’in şart olduğunu anladık! Bisikletle uzun yollarda, pratiklik çok önemli. Koşullar sert olabiliyor, yağmurun seni ne zaman yakalayacağı hiç belli olmuyor. Doğa ile beraber yol almaya çalışırken başka şeylere enerji harcamaman gerekiyor. Çünkü sonra o enerjiye gece kamp alanında daha çok ihtiyacın oluyor.
Malzemeler kısmında yapacağımız çok bir şey yoktu. Satın almadan önce ihtiyacımız olan malzemeleri ödünç aldık. Böylelikle eş, dost, canciğer kuzu sarması dostlarımız bize çok yardımcı oldu. Çadırımız vardı, uyku tulumu bir taneydi ve canımız dostumuz Egemen bir tulum daha vererek bizi masraftan kurtardı. Uzun turda es geçemeyeceğiniz şeylerden birisi de mat. Elimizde sünger matlarımız vardı ama biz şişme mat ile günün yorgunluğunu bir nebze de olsa hafifletmenin yolunu bulalım dedik. Ve mat kendini gösterdi. Mükemmel bir iş çıkarttı. Kıyafetlerimiz vardı, ama birkaç malzeme ile güçlendirdik heybelerimizi. Mesela soğuk akşamlar için polar gibi (:
Burada ben uzun uzun malzeme listesini yazmayacağım. Ama senin soruların olursa bana yazabilirsin. hayatinmasalindir@gmail.com her zaman sana açık canım okuyucu. Biz de sora sora öğrendik. Hem belki de bir sonraki turda yollarda merhabalaşırız seninle (: Hayat her zaman sürprizlerle doludur çünkü!
Ana rotamız şekillendikten sonra grup halinde günlere böldük rotayı. Ana rotamız şöyleydi.
Yurt dışında bisiklet turu planlıyorsan, Hollanda gibi düz bir ülke sana motivasyon kaynağı olacaktır. Hem de bisiklet dostu bir ülkede pedal çevirmek sana özgüven kazandıracaktır. Öyle de oldu.
Bizim turumuzun başlangıç tarihi herkesin izinli olduğu günlere denk getirildi. Böylelikle başlangıç tarihimiz 2 Temmuz 2016 olarak kararlaştırılmıştı.
Onur’la bir gün öncesinden bisikletleri koliledik, eşyaları önce ayırdık, sonra eşit ağırlıklarda heybelere yerleştirdik. Ne kadar az eşya alırsan o kadar özgürsün. Biz de öyle yaptık. Yanımızda hiç kullanmayacağımız eşyalar tespit ettik ve onları ayırdık. Buna dair görüntüleri en sonda yayınlayacağım videoda görebilirsin (:
Bizi düşündüren konulardan bir tanesi de evden havaalanına ulaşımdı. Onur, taksi ile görüşmüştü ama Bike House sahibi dostumuz Gökhan bize el uzattı. Ulaşımımızı kendisi sağladı. Heyecanımıza ortak olduğu için çok mutluyuz.
Havaalanında kontroller, bagaj teslimi heyecanı, bisikletlerin ücretlerinin ödenmesi, uçağa yerleşim, heyecanlı uçuş, Hollanda üzerindeyken aşağıda gördüğün sonsuz yeşil…Bu kadarı fazla olabilir miydi acaba? Bisiklet turu boyunca bu hislerimizin hepsinin daha hiçbir şey olduğunu anlayacaktık!
Uçağın tekeri Amsterdam Schiphol Havaalanına değdiğinde Onur’la heyecanımızı anlatmaya çalışmayacağım, çünkü gözlerimiz huzurdan dolmuştu. Ve artık Amsterdam’daydık.
Burada çok sancılı bir an yaşadık. Çünkü bisikletlerimiz büyük bagaj kısmından gelecekti. Ve bir türlü gelmek bilmiyordu. Zaman geçiyordu, ama gelen giden yoktu. Uzun geçen sürenin ardından bisiklet kolilerimiz usul usul bize doğru yaklaşıyordu. Nasıl derin bir “Oh!” çektim anlatamam.
Havaalanı dışında bizden birkaç saat önce gelen Erman, Petr ve Otakar bizi bekliyordu. Şimdi de bisikletleri kurma sancısı başlayacaktı. Başladı. Ve bitti!
Artık yola çıkmanın, pedalı çevirmenin, dönen tekerin sesinin huzuruna kendini bırakmanın, doğanın yoldaşlığını yeniden hissetmenin vakti gelmişti ve çoktan geçiyordu.
Yola çık, yol açık!
İlk rotamız kamp alanımız. Aşağıda o günün rotası var.
Yoldaydık. Sağın, solun yeşil. Minik bisiklet ışıkların senin yol göstericin.
Heyecanlısın. Anlıyorsun değil mi? Hayalin vücut bulmuş, ellerinin arasında gidonun, ayaklarının altında pedalın, ruhunda deli rüzgar, zihninde masalın…
Öykünü yaşıyorsun, öykünü yazıyorsun…
Ve bir masal diyarı ile karşılaşıyorsun. Kamp alanı sana öyle büyük kucak açıyor ki, hiç bırakmasın istiyorsun o sıcak kucağından. Yeşile boğuluyorsun, boğuldukça nefes alıp çoğalıyorsun…
Evimiz…”Burası kimin?” diye sorulunca hep üzülürüm. Senin hissettiğin her şey her yer sana aittir. Bu böyle bilinsin!
Burası da bizim dünyamızdı işte. Öyle derin, öyle sessiz, öyle içten, öyle…
Şimdi biraz dinlenmek zamanı, şimdi biraz hayal kurmak, rüzgarı dinlemek ve masalına sahip çıkmak zamanı…
Yazdıklarım, yaşadıklarımın ne kadarıdır diye soracak olursan canım okuyucu bu kısmı açık bırakıyorum. Orası senin hayal gücüne kalsın istiyorum. Çünkü ben yazarken sana da hayal dünyanın sınırlarını aşman için küçük küçük görseller bırakacağım buraya bundan sonraki yazılarımda da. Sen de hayal et, sen de hisset, sen de adımla diye!
Bu kanaldan da videolarımı takip edebilirsin.
Şimdi hayal kurmaya hazırsan, mevsimine ve isteğine göre ister sütlü kahveni al yanına, ister çayını, istersen ıhlamur kaynat demliğinde yavaş yavaş, istersen soğuk bir limonata hazırla kendine en buzlusundan. Kapat gözlerini ve en çok istediğin şeyi düşle. Gelsin gözlerinin önüne. Tut elinden şimdi o düş’ün ve bundan sonra onunla beraber adımlamayı ihmal etme. Ne kadar çok ihtiyacı var sana.
Bir sonraki adımlarımda karşılaşıncaya kadar hoş kal, güzel kal, sevgiyle kal ve yanında kim varsa şimdi sıkıca sarıl ona. İçindeki enerji değerse bir başkasına, böyle kurtulur bu çekilmez denilen Dünya!