Fransa…
Yalnızlık kokuyor bu sokaklar… Bir büyüsü var anlatamadığım…
Sabahının serinliği ayrı, toprağının kokusu ayrı…
Boiry-Notre-Dame sabahına uyandığımızda bugün planlarda bir değişiklik yapmak zorunda kalacağımızı hiçbirimiz bilmiyorduk. Bugünkü rotamız kahvaltımızı yaptıktan sonra Arras şehrine uğramak oradan da Péronne’ye doğru yola koyulmak olacaktı. Ama yol arkadaşımız Erman ateşlendi ve sadece uyuyup dinlenmesi gerekiyordu. O yüzden bugün de Boiry-Notre-Dame’da kalmaya karar verdik. Ama Erman, Arras turumuzu iptal etmemizi istemedi ve gün içinde Arras’a gidip gelmemiz için bizi ikna etti.
Adımlarımız ıssızdı. Asfalt yol bize kendisini öyle sessiz sunmuştu ki, tekerleklerimiz kendi sesine hasret kalmıştı sanki!
Arras’ta hüzün vardı. Tarihin yalnızlık kokusu vardı. Görmek istediğim yer altı tünelleri vardı. Ve onlara adım adım yaklaştıkça içimdeki yalnızlık iyice sarıyordu beni.
Tüm bu sessiz düşünceler eşliğinde kendimizi Arras’ta bulduk. Ve karşımıza Le Beffroi d’Arras yani tarihi Çan Kulesi çıktı. Bu kule görmek istediğim yerler arasındaydı. Bu şehirde UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne alınan iki önemli eserden birisiydi bu Çan Kulesi. 40 metre yükseklikteki kuleye çıkmak ve en aşağısında sakladığı bir tarihi yani yeraltı tünellerini görmek için sabırsızlanıyordum.
Burası aynı zamanda belediye binası. Hem kule hem de yeraltı tünelleri için biletlerimizi aldık ve binayı keşif gezisine çıktık. İçeride resmen tarih kokusu vardı.
Hangi gözler baktı bu saydam camlardan, hangi dirsekler pervazına yaslandı da hayallere yoldaş oldu… Kim bilir?
Binanın içi güvenlik sebebiyle fotoğraf çekmeye uygun değildi. Biz gördüklerimizle yetinip kulenin tepesine çıkacağımız asansöre doğru yöneldik.
Asansör durduğunda daracık sarmal bir merdiven geldi önümüze. Tam o merdivenlere sıkıca tutunmuş daireler çiziyorduk ki çan harekete geçti ve kulaklarımızı patlatırcasına çalmaya başladı. O anda kulaklarımdan çok kalbimin titreşimini duyuyordum. Korkumuzu bir şekilde bastırdık ve Arras gözlerimizin önüne serildi.
Bu sabah kalktığımda hissettiğim yalnızlık duygusu bu görüntüyle anlamını buldu. Ben burada yapayalnızdım. Bu yolculukta ilk defa bu kadar derin hissettim bunu. Yanımda sevdiğim adam vardı evet ama bu yalnızlık öyle bir şey değildi. Kocaman bir boşlukta gibiydim. Adım atacağım yer yok gibiydi. Sırtımı yasladığım duvar bile beni reddedecek gibi hissediyordum. Ama iyi ki yanımda Onur vardı. Ben de ona sarıldım (:
Ve kalbimin ritmini değiştiren saati de burada ölümsüzleştirmek istedim (:
Arras hatırasını da heybemize attık ve yerin altına inmeye artık hazırdık (:
Les Boves yani yeraltı tünelleri tarihin akışında birçok amaç için kullanılmış. Bunlar şehir sokakları altında bulunan tüneller. Yukarıda hayat devam ederken kendimi yerin altında bulmak çok gizemli bir duyguydu.
Rehberli tura katıldık ve 40 dk. boyunca bu gizemli dünyada bu tünellerin nelere ev sahipliği yaptığını dinledik. Savaşlar görmüştü, askerleri saklamıştı, yiyecekleri muhafaza etmişti, canlar yok olmuştu… Çok gerçek yaşamıştı bu tüneller… O yüzden sessizce kendisini buraya bırakıyorum…
Sessizce tarihi arkamızda bırakıp başka bir tarih sahnesine doğru yol aldık. The Vauban Citadel karşıladı bizi. Bu özel yapı da UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne dahil edilmiş Arras’ın ikinci önemli yapısıydı. Burada da insanların hayatları başkalarının ellerinde son bulmuş. Askeri bir yerleşke olan bu kale şimdilerde sessiz bir şekilde varlığını sürdürmeye çalışıyor. İçinde Barok tarzı inşa edilmiş bir kilise de mevcut. Burada adımlarken içimi bir soğukluk sardı. Bazı görüntüleri senin için aşağıya bırakıyorum…
Geçmişin derinliklerinden çıkmak çok kolay olmadı ama yeşil tüm masumluğuyla yine yardım etti bize.
Artık Boiry-Notre-Dame’a dönme zamanı gelmişti. Geldiğimiz yoldan geri dönmek çok fazla zamanımızı alacağı için daha kestirme bir yol bulduk. Ve yollar kapalı görünse de bisikletimizle olduğumuz için bir kez daha ne kadar şanslı olduğumuzu yaşayarak gördük.
Arras’ın masum sakinlerinin yanından usulca geçtik.
Sonra bir yola çıktık ama nereye gideceğimizi anlayamadık.
GPS düz gitmemiz gerektiğiniz söylüyordu.
Biz de yine kuralları delip bıraktık kendimizi dar çakıllı yola…
Bu yol bir bilmeceye cevap verebildiğim hissini yaşattı bana. Kafamda deli sorular uzun zamandır benimleydi. Ben hepsine tek tek cevabı bu yolda buldum. Kimi zaman gölgelendi kimi zaman aydınlandı yol. Tıpkı öyküm gibi…
Ama en sonunda cevaplar kendiliğinden bir yer buldu ve oturdu içimde. Sonra aydınlandı zihnim.
Tüm bu rahatlama anlarım işte o girilmez yola girdiğimiz için vücut buldu. Kendimi an’da tutabildiğim için ve bu anların toplamı beni yepyeni bir yola çıkardığı için şükrediyorum.
Ve yüzümde safça bir tebessümle ve sorularıma cevap bulabilmenin haklı gururuyla tekrar merhaba dedim evimize.
“Yolda yürümeye başladığında yol görünür.” demiş Mevlana. Bu yolda bana görünen, içimde bırakmaya korktuğum sorularımı bırakıp cevaplarımı bir bir toplamam oldu.
Hep derim; yola çık, yol açık!
Video için sana iyi seyirler (:
Bir cevap yazın