Rahat bir yatak var yorgun bedenimin altında. Zihnimin ağırlığına dayanmaya çalışan bir yastık da şekilden şekile giriyor şimdi. Gece, derin uykumdan uyanıyorum ve nerede olduğumu anlamıyorum. Tanımadığım bir duvar, daha önce duymadığım bir şehrin sokak konuşmaları. Kulağıma yabancı gelen bu sesler de ne böyle? Gördüğüm rüyayı hatırlamıyorum. Tekrar kapatsam gözlerimi kaldığım yerden devam edebilirim nasıl olsa! Gözlerim kapalı; ama gördüğüm şey bana yabancı. Atladı başka bir rüyaya zihnim, yakalayamıyorum…
Yadırgıyor bünye bu rahat yatağı, hafif ve soğuk yastığı. Gözlerim tavanı izliyor. Sağdaki açık pencereden çocuk sesleri geliyor. Saat daha çok erken. Onur uyuyor, çocuklar uyuyor, ben uyuyamıyorum. Kalkıyorum yataktan ve hafif esintiye yol veren pencereden bakıyorum o dünyaya…
Hikayeleri dinliyorum, hikayemi dinliyorum. Bu sıkışmışlığın içindeki huzuru görüyorum. İçim doluyor ve yaşam beni dışarıya çağırıyor.
Çıkmaz bir sokağın başında kalıyorum öylece. Sessizlik o an için beni içine alıyor ve başlıyor bir hikaye yazılmaya. Çocukluğum geliyor aklıma. Bu sokağa hiç benzemiyor attığım adımlar. Bu evler bana hiç tanıdık gelmiyor. Kırmızı toprak arıyor gözüm, bir portakal bahçesi istiyor bacaklarım dallarına güvenle tırmanmak için. Ama, diyorum ama burada da gökyüzü aynı diyorum. Nereye gidersem gideyim hep aynı gökyüzüne kaldırıyorum başımı. Çekiyorum derin bir nefes ciğerlerime ve pinokyo bisikletime kavuştuğum o an geliyor gözümün önüne. Sokak arkadaşlarımla gezdiğim yollar, içtiğim gazozlar, yediğim simitler geliyor aklıma. Burada çocuklar gazoz yerine ne içiyor simit yerine ne yiyor acaba diye düşünüyorum…
Sonra bir park çıkıyor karşıma. Ve en sevdiğim oyun arkadaşım oturmuş yeşile. Onu izliyorum bir süre sessiz ve acelesiz bir şekilde. Yaklaşıyorum yanına. Haydi yola çıkalım, yol açık bizi bekliyor!
Buradaki insanlar kendilerine bir dünya kurmuş. Herkes güneşin tadını çıkarıyor, kitabını okuyor ve kimse birbirine karışmıyor. Burada herkes özgürce şort giyebiliyor. Burada herkes istediğini giyebiliyor hatta bazen fazla gelen kıyafetlerini bile çıkartabiliyorlar. Ve hiç kimse kıyafetinden dolayı vücuduna fiziki bir darbe almıyor. Neden alsın ki! Neden başkasının derdi olsun ki!
Hava güneşli ama içimde bir burukluk ses veriyor. O kadar iyi biliyorum ki bu yol sadece bir yol değil. Bu yol değişimin ta kendisi. Bu değişimi hissedebilmek, bunu yaşarken başka kulaklara da duyurabilmek istiyorum. Bunu nasıl başarabileceğimi düşünüyorum. Yol boyunca hep bunu düşünüyorum. Cevaplar önüme seriliyor. Oturuyorum hepsiyle tek tek konuşuyorum. Bazılarına sıkıca sarılıyorum bazılarına “gel biraz yürüyelim.” diyorum. Sonra yanımdaki güzel insanlara sarılıyorum. Siz hiç gitmeyin emi!
Ve, tekrar yola düşme vakti geldiğinde oyun arkadaşım Onur, kokusunu içine işlediğim bir ağacı yakalıyor. Bu da güzel anılarımın arasındaki yerini alıyor.
Ve Gent sokakları beni yine şaşırtmaya devam ediyor. Rayların var oluşu rahatsızlık vermiyor. Herkesin yolu belli. Nereye gideceğini bilmiyorsan bile yol senin elinden tutuyor ve onunla beraber yürüyorsun.
Bir su çıkıyor karşına. Kahkaha yükseliyor her sokaktan, her balkondan.
Huzur; sen hiç bir yere gitme, diyorsun. Sarılıyorum oyun arkadaşıma. Kokusu mis, gözleri ışıl ışıl, kalbi heyecanlı. Daha da çok sarılıyorum…
Ve yollarında kaybolmaktan mutlu olduğum Gent, duvarlarıyla bana renk veriyor. Balık ruhumdan mı bilmem ama bu duvar çıkıyor karşıma. İlk önce uzun uzun seyrediyorum onu. İçine dalıyorum. Suyla dansını hayal ediyorum. Ve yaslıyorum sırtımı.
Balıkla yaptığım gezinti sonrası başka bir duvar sesleniyor bana. Duymamam mümkün değil. Yaklaşıyorum onun da yanında.
Yol biter mi? Bitmiyor. Ama zihnimin bu dingin yeşile sormak istediği çok soru var ve bu sohbete çok ihtiyacım var. Anneme korkunç rüyalar gördüğümü söylediğimde hep “Suya anlat kızım, o bütün sıkıntılarını alır götürür.” der. Ben de akıtıyorum tüm sorularımı, can sıkıntılarımı, hüzünlerimi bu suya. Karışınca birbirine, düğümün çözüleceğini biliyorum. Tüm inancımla sarılıyorum bu hislerime…
_____________________________________________________________
“Bisikletimle Masallar” turumun belki de dönüm noktalarını yaşıyorum. Kentleri terk ediyoruz, evimizi, işimizi, toprağımızı terk ediyoruz. Götürüyoruz karışmış zihinlerimizi heybemizde. Bırakmanın, bırakabilmenin huzurunu yaşayamıyoruz. Nereye gidersek gidelim zihnimizin yorgunluğu her zaman bedenimizin yorgunluğundan baskın çıkıyor. Pencereler buluyoruz en doğal ortamın ortasında. Bakacağımız pencereleri değiştirmeliyiz diyoruz ama içimizin kokuşmuşluğu bastırıyor tüm güzelliği. Sadece bakıyoruz, ama göremiyoruz. Dileğim ne diye soracak olursan canım okuyucu, ne istediğimizi bilmek! Nasıl bir dünya, nasıl bir yemek, nasıl bir araba, nasıl bir okul, nasıl bir çadır, nasıl bir kalem değil. Bu nasılların nedenlerinin cevabını bulabilmek tek dileğim!
Bu arada sana gecikmiş tur yazımdan dolayı özürü bir borç bilirim. Masal kampı, kanyon kampı, hastane kampı derken zihnim ancak yazmaya hazır olabildi. Bundan sonraki yazılarım için zamanı kovalayacağım. Merak etme.
Şimdi de gecikmiş yedinci ve sekizinci gün videomuz gelsin sana. Biraz Brugge gecesi, biraz yollar ve biraz da Gent sokaklarının dinginliğini bırakıyorum sana. Sıcaklığı ve huzuru sana da dokunsun diye…