Gent…
Tarihi var,
rengi var,
üç dili var anlatmaya çalıştığı…
Dinledim uzun uzun bu şehri. Sokakları konuştu, ben dinledim. Dilimi anladı mı bilemem ama bu şehre elveda derken biraz buruktu içim.
Jana’nın evinden ayrılırken lavantalarla vedalaştık. Önümüzde sakin akmasını beklediğim bir Tournai yolculuğu vardı. Yüreğimde ise bu şehirde kalmak. Ama yollar delice çekiyordu beni içine. “Biz gezginler, en tenha yolu seçeriz. Günü bitirdiğimiz yerde, diğer bir güne başlamayız…” diyordu ya Cibran, tuttum bu cümlenin elinden; “Haydi!” dedim…
Bir yandan tenha yollarda kaybolurken diğer yandan küçük bir şehirde seslere karışıyorduk.
Ama, bulduğumuz her sessiz yol, içimize ışık oluyor, çevirdiğimiz her pedal yolumuzu biraz daha aydınlatıyordu. Ağaçlarla çevrili yolların tam ortasından giderken, tekerimin sesi her defasında farklı bir senfoni çalıyor ruhuma. Var mı bunun maddi bir karşılığı? Hissettiğim her saliseyi şimdi sana yazarken tekrar yaşıyorum. Moşe’nin masalı geliyor aklıma. Hep diğerine öykünen hayatların hikayesi. Benim hikayemde “diğer ben”e yaptığım yolculuk yatıyor. Gezgin bakış açımda ve baktığım pencerelerde gizli benim masalım. Detaylara odaklanmakta gizli. Belki bir gün benim şehrime gelirsen sana Moşe’nin masalını gözlerinin içine bakarak anlatabilirim. Belki o zaman ne anlatmak istediğimi daha iyi hissedebilirsin…
Orman yolu bitince sağım yeşil, solum nehir oluyor. Schelde Nehri’nin bana yol boyu eşlik edeceğini o an anlıyorum. Fransa’dan, Belçika’dan, Hollanda’dan geçen Schelde’nin Kuzey Denizi ile buluşmasının şahidi olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Ben Kuzey Denizi’nden geliyorum Schelde ise Kuzey Denizi’ne gidiyor. Zıtlıkla çarpışıyoruz ama muhteşem bir gerçeklikle yol veriyoruz birbirimize.
Zihnimde deli düşüncelerle pedal çevirirken enerji ihtiyacını karşılamak için duruyoruz bir durakta. Derin nefes, deneyimlerimi sindirmem için en geçerli yol.
Nasıl olsa yol hiçbir yere gitmiyor aksine, boğuyor yeşile gözlerimizi…
Tournai yolu öyle dingin ki; solda nehir sağda tarlalar akarken neleri düşlediğini hissediyorsun. Bir yandan da yol alıyorsun. Sonra çıkıyor ormanlar karşına. Sonra tekrar suyun sesi başlıyor kulaklarında. Gideceğin yer neye benziyor bilmiyorsun ama içinde anlam veremediğin bir güvenle yol alıyorsun. Seni dışlamayacak yol biliyorsun. Aksine kucağını açmış bir şekilde seni bekliyor olacak buna yürekten inanıyorsun. Ve devam ediyorsun…
Sonunu bilmediğin bir yolda ilerlerken, ekmeğin olmayabilir, suyun azalmış olabilir, yatacak yatağın olmayabilir. Ama bir ağaç bulduysan boşlukta değilsindir. Sırtını yasladığında bir sıcaklık hissedersin. Gözlerini kapattığında kirpiklerinde rüzgarı hissedersin. Bir dilek hakkın olsa belki bir ekmek istersin. Ama ya bu hakkın bir tane değil sonsuzsa? Gün içinde aklımdan bir şey geçer; keşke şöyle olsa diye ve bir şekilde o gün içinde ya da kısa bir süre sonra çıkar karşıma. [Mesela geçen gün delice dinlemek istediğim şarkının radyoda birden karşıma çıkması gibi (: ] Ama bazen de içimi korku kaplar günlük yaşantımda. Genelde her şey olumlu gider ama içimde duymak istemediğim o boğuk ses konuşmaya başlayınca işler tersine döner. Ve sanki bu korkumu da duymuş gibi dolaşır peşimde ben hiç istemesem de.
İşte bu yolun başına geldiğimde sonunu göremiyordum ama enerjiye ihtiyacım vardı. Sonra ihtiyacım olanı istememin beni ilerleteceğini düşündüm. Olumsuz düşüncelerimin beni yolda bırakacağını biliyordum ve içimdeki boğuk sese yol verdim. Çünkü bu tura çıkmadan önce söylenen tüm olumsuz düşünceleri duymadığım için, kendi sesime inandığım için huzurluyum. Bu yollarla tanışmam için ve daha nice tanışmadığım yollara merhaba demek için kendi güzel sesimi dinlemeye ihtiyacım var. Bundan sonra tüm dilek haklarımı olumlu kullanacağıma söz veriyorum.
Bazen dinlenme hakkımı kullanmaya,
bazen sessizce oturup sadece izlemeye ve hissetmeye,
bazen üzerine basılan köprülerin kimleri bir kıyıdan diğer kıyıya geçirdiğini hayal etmeye,
bazen de beni delice saran, sıkıştıran şeylerin aslında bir adım sonrasında bana çok iyi gelebileceğine olan inancımı hep koruyacağıma söz veriyorum. Çünkü, yaşam yanımda, ayaklarımda, ellerimde, sırtımda, gözlerimde, zihnimde benimle yol alıyor. Bunun aksini inkar etmeyeceğim.
Küçük küçük pencerelerinden sızan güneş ışığın varsa, o pencereden baktığında gökle beraber yeri de, yeşili de, kahverengiyi de görebiliyorsan şanslısın.
Birçok kez sesini çıkartamamış olabilirsin bu şehir gibi. Ama her şeye rağmen yere sağlam basan köklerinle toprağa sarılırsın ve merhaba dersin bir öyküye.Bu öykü elinden tutan olur, seni bir başkasına veren değil! İşte o zaman “her zaman bir umut vardır!” dersin.
Bu hissedişle dalarsın en huzurlu uykuna yavru kurbağa ve fare sesleri eşliğinde. Korkarsın ama yaşam paylaşmaktır dersin. Çadırının altında kurbağalarla üstünde de kendi bedeninle kapatırsın gözlerini bir sonraki güne. Güneş’in doğuşunu yakalamak için bir sebebin daha yazılır hikayene…
_____________________________________________________________
Bazen kıvrıldım bazen uzun uzun adımladım düz yollarda. İnat etmedim, bütün zincirlerimi bıraktım yolun akışına. 84 kilometre nasıl geçti ayaklarımın altından hiç anlamadım. Şimdi dönüp bakıyorum da, ben başardım. Neyi mi?
Yola çıkmayı…Kurduğum hayallere vücut buldurdum. Ayakları oldu, gözü oldu, zihni oldu o hayallerin ve kalktı yola koyuldu. Yolun sonunu düşünmedi. Düşünseydi çıkamazdı.
Var mı senin de hayallerin? Bunun için bir bisiklet turuna çıkman gerekmiyor bunu biliyorsun değil mi?
Evinin biraz ötesindeki ormana gitsene ya da bir parka… Ya da varsa denizin, hazır sonbahar da gelmişken soksana ayaklarını suya! Konuşsana dalgalarla…
Haydi, ne bekliyorsun? Çıksana yola!