Sabah güneş doğmadan uyandım. Geldim matıma, selamladım hem yeni doğan günü hem kendimi. Sonra yol aldım, beni kilometrelerce öteye uçuracak, bulutların üzerine kaldıracak ve tekrar ayaklarımı yere konduracak uçağa. Yükseldim göğe, Güneş ısıttı yüzümü yukarıda, bulutların beyazı anlattı çeşit çeşit hikaye ve indim yere. Zeytin kokulu bir kadın karşıladı beni tüm samimiyetiyle, Ege kokuyordu; serin serin…
Geldim bir okulun önüne. Geçen yıl bir hayal ile başlayan yolculuğun bu yıl nasıl da dönüşerek, köklenerek vücut bulduğunu gördüm. Hayal edebilmek cesaret işiyken, o hayali gerçeğe dönüştürmenin emek işi olduğunun somut kanıtıydı İstanbul Masal Okulu.
Ve yeni dönem öğretmenleri için, içimdekileri paylaşmak adına bu sıcak yuvadaydım yine.
Dedim ki onlara; öykümde her şey bir adımla başladı ve bu adım da bir düş ile. Önce ben kendi hikayem ile tanışmalıydım, önce ben kendime büyük bir ” Merhaba!” demeliydim. Olduğum kişiyi kucaklamalıydım.
Ve başladık önce kendimizi anlatmaya. Derinlerde sıkışan Öykü’yü, Yasemin’i, Özgür’ü, Serhat’ı, Saadet’i, Fethi’yi… Anlattıkça anlattık, kendimizle tanıştık önce. Hatta anlatmalara doyamadık. Dedim, dur bakalım orada, gel otur yanıma, kapat gözlerini, haydi gidelim şimdi bu sabaha, daha yataktan kalkmadığın anına…
Ve sonra mı? Öyle sakin, öyle usul usul karşılaştık ki duygularımızla, sarıldık, konuştuk onlarla, içimizin en içine baktık ne demek istiyorlar diye. Ve konuştuk hem kendimizle hem bizi koşulsuz dinleyen kulaklarla. Kahkaha da attık ağladık da! Ağladıkça çözüldük, güldükçe büyüdük, bütünleştik.
Anlatıcılık yolculuğunda “bağ” kurmanın neden önemli olduğunu yaşadık. Baktık köklerimiz canlı, çürümemiş, sıkı sıkı tutunmuş toprağa! Şimdi ne olacaktı peki?
Başladık masalımızla konuşmaya, kahramanlarla sohbete. Hatta masal mekanımızla yeni tanıştık, baktık masal mekanımızda ne hazineler varmış. Görmek başkaymış, bakmak başkaymış; dedik. Hikayenin özüne sarıldık, yolculukta değişikliklere kucak açtık.
İstanbul Masal Okulu’na giderken bir yaşam sıkı sıkı tutunuyor hayata…
Nefes aldık, nefes verdik. Her defasında nefesimizle şükrettik varlığımıza. Dans ettik sorgusuzca. Konfor alanımızdan çıkma cesareti gösterdik, kendimize inat! Adımlarımız güçlendi, adımlarımız çiçeklendi.
Anlatmanın, dinlemenin dans halini biz çok sevdik. Ve bir bütün olarak dans etmenin keyfini hissettik. “Zor” diye isimlendirdiğimiz şeylerin, hayatımıza kattığı neşeyi deneyimledik.
Ve yazdık, yazdık, yazdık. Yazabildiğimize şaşırdık, şaşırdıkça daha fazla yazdık.
Kendimize şifa oldu bu yolculuk;
birbirimize şifa olduk!
Biz bugün bir aile olduk!
Bir cevap yazın